1970’lerde Türkiye, bayrak açıp yükselmesine rağmen tek
başına iktidarı kıl payı kaybeden sol bir dalgayla çalkalanıyordu. Ecevit’in
başını çektiği bu dalgayı durdurabilmek için dönemin meclisteki sağ partileri[1]
birleşip “Milliyetçi Cephe” isimli iki hükümet kurmuştu. Bu hükümetlerin
öncelikli gündemi ise ülkede yükselen anarşi, yoksulluk ve ambargo krizi
değildi. Tek dert, Ecevit’in yükselttiği ‘sol’u dizginlemekti. Nitekim
sonrasında ülkeyi 12 Eylül 1980’e götüren katliamlar, cinayetler, krizler peşi
sıra gelmiş ve sonra Türkiye için hiçbir şey eskisi gibi olmamıştı.
1 Haziran 2019
günü TFF Başkanlığı’na seçilen Nihat Özdemir ekibinin de benzer bir yolda
gittiğini görmek mümkün. İktidarın en gözde işadamlarından biri olan ve seçime
tek aday giren Özdemir TFF’si, 5 Eylül akşamı 19:05’te açıklanan cezalarla
birlikte son iki yılın şampiyonu Galatasaray’la ilişkileri tamamen kopardı.
Ülkede adalete güvenin tamamen bittiği, artık İstanbul’a kayyum söylentilerinin
dolaştığı bir zamanda insanların deşarj olup adalet beklentisini
karşılayabilecekleri tek mecra olan futbolun böyle yanlı bir yönetimle devam
etmesi mümkün değildir.
“Silahım olsa
hakemi vururdum.” diyen bir kulüp başkanının 11 gün hak mahrumiyeti aldığı,
“Kurgu var.”, “TFF’ye verdiğimiz süre doldu.” gibi tehdit ve töhmet dolu açıklamalara ihtar bile verilmeyen bir ortamda Terim’in “profesyonel kötülük”
lafına 4 maç ceza verenlerin adalet anlayışı artık herkesin malumu. Aynı maçta
kafası yarılan kondisyoner Emre Kocadağ’dan ise bahseden bile yok. Bir kulübü
tamamen ötekileştirmeye yönelik bu “cephe mantığı” ile futbol idare edilemez ve
tansiyon eylül başında bu kadar yükselmişken ligin sonunun nasıl geleceği çok
büyük bir soru işareti olur.
Bir kulübün
eski asbaşkanı olan ve kritik görevlerde, açıklamalarda bulunan Nihat Özdemir
TFF’sinin adil olmadığı algısı artık büyük bir kitlenin zihnine mıh gibi
çakılmış durumda. 2012 Süper Final’den sonra canlı yayında Galatasaray’a ateş
püsküren[2]
bir zihniyetin gücü ele geçirince adil olması zaten beklenmiyordu. Son
gelişmelerle bu durum daha da pekişmiş oldu.
Özdemir
federasyonunun ilk icraati olan “iki hakemin kızağa çekilmesi” aslında
bugünlerin işaret fişeğiydi. Hakemler açısından korkunç geçen sezonun acısını
iki hakeme yükleyip, “Galatasaray lehine hata yaparsanız biterseniz, aleyhine
yaparsanız oyna devam” düşüncesi kitlelerin gözü önünde empoze edildi. Yoksa
Serkan Çınar, Bülent Yıldırım kötüydü de Özkahya, Palabıyık, Aydınus, Göçek
gibiler çok mu iyiydi? Amaç belli, niyetler bariz ve Özdemir’in sahnede
gözüktüğü, Koç – Gümüşdağ – Orman konsorsiyumunun perde arkasından işlere
müdahil olduğu algısı sosyal medyadan ve sokaktaki insandan rahatlıkla
okunabilir.
Fikret Orman
yeniden Kulüpler Birliği başkanı seçilince toplantıya Galatasaray’ı temsilen
giden Yusuf Günay’ın 'korsan bildiriyi
geri çekin' isteğinin reddi de bu ittifak algısını güçlendiren başka bir unsur.
Buradaki esas arayış adalet değil, bir kulüp aleyhindeki hata musluklarının
ardına kadar açılmasıdır. Eh bu çabalara çok da şaşırmamak lazım. Büyük
kulüplerden birinin başkanına tribünler “paralar nerde?” diye hesap sorarken
öteki de küme düşmekten bitime 3 hafta kala kurtulmuş bir enkazın müsebbibleri
idi. Kendi başarısızlığını unutturmak için rakiplere saldırmak, yıllardır ülke
siyasi ikliminde de gördüğümüz bir durum. Terim’in tazminatını gündeme getirmek de buna
dahildi.
Bakalım TFF,
Terim’e verdiği 4 maç cezadaki standardını sezon boyu koruyabilecek mi yoksa bu
da “kişiye, kuruma özel adalet”in nadide örneklerinden biri olarak tarihe mi
geçecek.
Bu gelişmelerden
sonra 14 Kasım’da TT Arena’da oynanacak İzlanda maçının başka bir stadyuma
alınması mantıklı olacaktır. Milli Takım’daki adam tayfanın temizlenmesinden
sonra toplumla yeniden kurulan bağları, Nihat Özdemir ve Şenol Güneş’in karar
verici olduğu TFF’nin tahrip edeceği bir gerçek. Çoğunluğunu Galatasaray
taraftarının oluşturacağı o kalabalığın en ufak bir protestosu bile dallandırıp
budaklandırılarak anlatılacak, yine ortalık yangın yerine çevrilecektir.
Son olarak,
TFF’nin açıklamasını 19:05’te yapmasını Galatasaray’ın tezgahı olarak gören
şizofreni de hayret ve dehşet verici boyutta. Cezayı alan taraf belli ama
mağdur olan başka taraf. Bu algıyı kaşıyan gazeteci görünümlü amigolara da
6222’den gerekli yaptırımlar uygulanmadıkça bu ateşe odun taşımaya devam
edecekler.
[1] Birinci
Milliyetçi Cephe hükümetinde 4 parti yer alırken ikinci teşebbüste Cumhuriyetçi
Güven Partisi yer almamaktadır. Demirel – Türkeş – Erbakan üçlüsü bu hükümeti
kurmuştur.